Uykuda ya da uyanık, ne kadar da acıkmıştı dolunay.
Kaç türlü merakla bakabilirim yüzüne hiç yorulmadan? Nilüferin yaprağını daha fazla sevdiğim için mi yanlışım? Yoksa buğulanmış bütün camları öptüğümden mi?
İstiridye kanatları gibi yağdı kar...biz dilimizi uzattık...çıplaktı sanıyordum belleklerimiz
yeni yıldızlar kırpmaya koyuldu benden gece...
Okundukça yeniden ve başka renkte yazılacağını bilmek soldurur mu saman sayfalarımı? Esnerken ağzımı açsam ruhum kaçar mı? 13 uğurludur da uğursuz olan biz miyiz?
Sahi dakikada kaç sözcük okursun sen? Dakikada kaç sözcük eskirim ben?
30.1.05
28.1.05
MaMaYuLu
I
/Şimdi hem yerin hem göğün yüzü kalmadı bana/
geceleyin işlenirdi büyük günahlar
ve bir evren gecesi
milyon yıllar sürerdi
kendi dilsizliğinden
ve kimsesizliğinden,
merhametsizliğinden
korkardın en çok …
kutsanmamış rahimlere ışıksız fermanlar yazıp
adı günah olsun dedin.
/milyarlarca şaşkın bakma yüzüme
o hiç özenmediğin günahın benim /
utançların vardı en çok alnına dövmelenmiş
tutulmuş dillerin dip seslerinde
kutsanmamış rahimlere kuzguni kuşaklar sardın
adı kibir olsun buyurdun kibirlice.
gözbebeklerimden öp beni hadi
bütün ötekiler gibi
adımı senden aldım.
…
göksel ordularının
yersiz tepinmelerinde ezildi
görkemli yeşil çayırlar.
yücelikten iyi bir kovuk yoktu
saklayacak yaptığın hainliği
yüreğini korkuna
korkunu yeryüzüne sarmaladıkça
Uçarı bir çift kumru kanadınca söylendin
kutsanmamış rahimlerde döllenen ve dölleyen,
“Ey çocuğum bize bunları neden…”
II
kendine tutsak dağları tepeler yaptım sana;
cüzzam tutmuş yamaçları, patika..
azgın bütün ırmakları
salınan sazlar sakini yeşil dereler yaptım
çarıklarının bağları yüreğini bağlamışlara inat…
ben kötü meyveye durmuş
engerek soylu topraklar içinde
kimi ateşe atsam külleri suya biat
çık içinden
çık içinden !
çık ve ötekini kutsa
ağını yakıcak diye azarladığın kor ateş
tutuşturunca gözünün perdelerini
uzaklaş benden günahım kadar uzaklaş
akın akın ıssızlığına yürü
bil ki bu
şaşılacak
işler görecek gün değil
yeni mintanından koparıp vereceğin
eski bir fistanı yamayacak
-mış değil
…
dağlık yerin ekininden pişti bu ekmek
neçe ırmak kabardı
neçe bulandı bulandı duruldu sular
ne mutlu ki kusabilecek denli
doydu acıkmış ruhlar
…
size diyecek şeyim yok
içinizde dağlaşarak büyüyen susmalarınız
çığlıktan yanılgılarla yıkanıp paklanıcak…
hoş kokulu dışarlıklı yağlara bulanıcak
günahkar çizmeleriniz
göz yaşınızla yıkanıp arlanmadıkça
sizlerde bir katre dahi kalmayacağım
varlığım rüzgârda salınıp duran
zavallı ve kimsesiz sazlıklara
kuvvet verdi diye ne mutlu bana
“oysa ne kavallar çaldı oynamadınız
ne ağıtlar yandı ağlamadınız”
ve sırf ses olun diye siz
ellerimle seslerimi kapadım
ne mutlu ki kendimden öte yankı;
uçurumunuzdan içre balkıyan sesim.
ben titreyen o her bir hücrenizde
korkunuzun sırtını ezber etmiş cinnetim !
Betül Akdağ
/Şimdi hem yerin hem göğün yüzü kalmadı bana/
geceleyin işlenirdi büyük günahlar
ve bir evren gecesi
milyon yıllar sürerdi
kendi dilsizliğinden
ve kimsesizliğinden,
merhametsizliğinden
korkardın en çok …
kutsanmamış rahimlere ışıksız fermanlar yazıp
adı günah olsun dedin.
/milyarlarca şaşkın bakma yüzüme
o hiç özenmediğin günahın benim /
utançların vardı en çok alnına dövmelenmiş
tutulmuş dillerin dip seslerinde
kutsanmamış rahimlere kuzguni kuşaklar sardın
adı kibir olsun buyurdun kibirlice.
gözbebeklerimden öp beni hadi
bütün ötekiler gibi
adımı senden aldım.
…
göksel ordularının
yersiz tepinmelerinde ezildi
görkemli yeşil çayırlar.
yücelikten iyi bir kovuk yoktu
saklayacak yaptığın hainliği
yüreğini korkuna
korkunu yeryüzüne sarmaladıkça
Uçarı bir çift kumru kanadınca söylendin
kutsanmamış rahimlerde döllenen ve dölleyen,
“Ey çocuğum bize bunları neden…”
II
kendine tutsak dağları tepeler yaptım sana;
cüzzam tutmuş yamaçları, patika..
azgın bütün ırmakları
salınan sazlar sakini yeşil dereler yaptım
çarıklarının bağları yüreğini bağlamışlara inat…
ben kötü meyveye durmuş
engerek soylu topraklar içinde
kimi ateşe atsam külleri suya biat
çık içinden
çık içinden !
çık ve ötekini kutsa
ağını yakıcak diye azarladığın kor ateş
tutuşturunca gözünün perdelerini
uzaklaş benden günahım kadar uzaklaş
akın akın ıssızlığına yürü
bil ki bu
şaşılacak
işler görecek gün değil
yeni mintanından koparıp vereceğin
eski bir fistanı yamayacak
-mış değil
…
dağlık yerin ekininden pişti bu ekmek
neçe ırmak kabardı
neçe bulandı bulandı duruldu sular
ne mutlu ki kusabilecek denli
doydu acıkmış ruhlar
…
size diyecek şeyim yok
içinizde dağlaşarak büyüyen susmalarınız
çığlıktan yanılgılarla yıkanıp paklanıcak…
hoş kokulu dışarlıklı yağlara bulanıcak
günahkar çizmeleriniz
göz yaşınızla yıkanıp arlanmadıkça
sizlerde bir katre dahi kalmayacağım
varlığım rüzgârda salınıp duran
zavallı ve kimsesiz sazlıklara
kuvvet verdi diye ne mutlu bana
“oysa ne kavallar çaldı oynamadınız
ne ağıtlar yandı ağlamadınız”
ve sırf ses olun diye siz
ellerimle seslerimi kapadım
ne mutlu ki kendimden öte yankı;
uçurumunuzdan içre balkıyan sesim.
ben titreyen o her bir hücrenizde
korkunuzun sırtını ezber etmiş cinnetim !
Betül Akdağ
Subscribe to:
Posts (Atom)