14.3.09

Yeni yerleşkem :

H E C E L E R

4.10.06

KIR SAATİ

/sadeleşip de geldimdi kendimden sana
tanelerimi kuşanıp gidebilirim/


kumu savur uruğu aynalara
ihlal et içinin sınırlarını
kekik kokularını üzmeden ama

kapı önleri
kadınlar
mahalle ağızları
dağdan yuvarlanan taş
toprağa yürüyen kök
hepsi ne kadar dahil bak akışa
herşey ne kadar yolunda
akıl olmasa

/aradan vaktiyle sayfa çektik diye mi
kopuyor bir yerlerimiz hiç yazılmadan/

yaşamı öldüğüne ikna edebilirim
telaşsız, alelâde
sokaklar, kaldırımlar
en fazla sizler kadar
birkaç zaman önce ölmüş olabilirim


Betül AKDAĞ

KARANLIK ŞİİR

ağaç yıkılmayagörsün
uçarmış gölge
bulutlar yirmi üçü vurduğu zaman
ölü bir kuş gibi cıvıldar seni
mırıltıdan esvaplar biçer gece
ister ki üstüne tıpatıp uysun
iştiha düşer makasın parlayan arsız yüzüne

...

çocukları öldürmenin
hiç değilse bir saati olmalı
yine ansızın devrildi gece üstüme



Betül AKDAĞ

28.9.06

AVAZ



yüzünü kendi suyunla yıkadığın gün
içindeki kovuğa düş
orası serin
kayalar üzerinde kır
sesin kördüğüm

aslında var sandığın
her şey hiç olmadı ki

ellerindeki neşter
arınmış gümüş rengi hayâl kaymalarında köz
al kurtar yüreğini ilkel çığlığım
şiir yerlerim içeri kanıyor

kaç kere uyanıyorum bir uykunun içine
nereye saklansam illa sobeliyorum beni
bir kent içimi durduğum bütün sokaklar soluyor
beklenmiyor olmaktan tutukluyum

iki yana düşmüş kolu salkım söğüdün
mecalini belki bin yıldır arıyorum
kaç kere söyledim de yoruldu kulağım
ben kırmızı ve acemi bir kitap ayracıyım
kaç kere söylesem yeter bilmem ki

saymayı binlercedir unutuyorum
...

çukurova sonbahara hazırlanıyor
toprak yüzlü insanlara yürüyor sarı
yalınayak derme çatma kendinlik gibi yürüyor

bulutundan önce düştü rahmet ovaya
çukurova son bahara yazıklanıyor

şiir yerlerim kanıyor
şiir kan

kapılar
pencereler
eski burunlar ve taze boya kokusu
yine en son söyleyeceğim bu ilk
pencereler
kapılar
ve şiir kan
uy an !!!

üç burası seç kendine çıkından
hangi birine gitsen
öteki hep orası...

gündüzü geceden sorma
delidir demişlerdi
zambak diye dallarını pareler demişlerdi
ay yiyor güneş içiyor
kara bir suya dönüyor öldürünce
demişlerdi
ya
olsun

ay benim güneş yarım
mavi bir suya döndün bak
mavi bir kadını içtin
çivit rengi bir yüreğin kan tutan yerlerisin

ay benim güneş yarım
gündüzü de geceyi de bilen sin


Betül Akdağ

ZAHİR

bi gri bi mavi bi yoktu deniz
ben böyle olduğum için
sırf ben böyleyim diye
saçlarım yasaksız ve alatav toprak

konuşmamak gerekir söz gelimi
hiç gelmemiş 28 nolu yolcuya dair
ne de kimsesiz kalan cam kenarına
en büyük maceran sensin
denize çıkan tek sokak
girmediğin sokakların adları kahir

“yavrum zelzelede siz neredeydiniz”
kendim dışında her yerdi
kendimi görüverince yıkıldı teyze

Betül AKDAĞ

21.5.06

KAPILAR



kapılar açılırdı
rüzgâr dolardı içeri her sefer
köhneydik
tozluyduk
eski

tahta bir iskemleydim ben
masa masaydı bildiğin
cereyanda kalan
zaman

her sefer geldiklerinde bambaşkaydılar
her gidişlerinde bir az farkında
neyim ben şimdi diyen
devingen beyaz bulutlar kadar unutkan
hepsi beninde geleni*
ellerinde çizgiler
adlar, sıfatlar
labirentler
kayboluşlar, buluşlar

kendiyle beslenen bir tür:
-sanırım- insandılar.
yok olmaya hergün bambaşka bir isim taktılar

ben sadece iskemleydim
masa bildiğin masa…




Betül AKDAĞ

23.2.06

An_a_for



ânın tanrısı var mıdır eski bir soru
bir ânın kaç tanrısı var
onu de bana

günlerden bir gün yoktum

/eski bir zaman/

ayın dünü
günün ötesi yoktu
herkes uzak yarımını
uzaklar yakınını
yarımlar eşkâlini aranıyordu

/özdeş ve yarınsız an/

hayat süsü verilmişti ölüme
gün ortası afaki dolanıyordu

o kadar ışıktı ki
görmedi kimse
öyle karanlıktı ki
hem de hiç kimse


31.01.2006

18.1.06

savaş boyası kozmetikten sayılmaz

kızıl elbisemde güve
ne bildiğim bir okyanus
evrende arıyorken yer
ne dehşetli ve pastoral yoldur ah…

kağıttan uçmalar vakti göğe atanın
ruhuna onurlu duruşlar gerek
aklın rahminde çimlenmek kolay mı?
bunun doğması, ıngaaası
göbek bağı var
siz sorun ben söylemeyim
yen cefası var

güneşin gözlerine batık gemiler asmak
yıldız balıklarıyla kupkurumak ya
ışığımızdan alarga
saklayacak nemiz var

Ay antares seni öldürüyorlar!


.

29.11.05

MaMaYuLu


I

/Şimdi hem yerin hem göğün yüzü kalmadı bana/

geceleyin işlenirdi büyük günahlar
ve bir evren gecesi milyon yıllar sürerdi
kendi dilsizliğinden
ve kimsesizliğinden,
merhametsizliğinden korkardın en çok
kutsanmamış rahimlere ışıksız fermanlar yazıp
adı günah olsun dedin.

/milyarlarca şaşkın bakma yüzüme
o hiç özenmediğin günahın benim /

utançların vardı en çok alnına dövmelenmiş
tutulmuş dillerin dip seslerinde
kutsanmamış rahimlere kuzguni kuşaklar sardın
adı kibir olsun buyurdun kibirlice.
gözbebeklerimden öp beni hadi
bütün ötekiler gibi
adımı senden aldım.
...
göksel ordularının
yersiz tepinmelerinde ezildi
görkemli yeşil çayırlar
yücelikten iyi bir kovuk yoktu
saklayacak yaptığın hainliği
yüreğini korkuna
korkunu yeryüzüne sarmaladıkça
uçarı bir çift kumru kanadınca söylendin
kutsanmamış rahimlerde döllenen ve dölleyen,
Ey çocuğum bize bunları neden..


II

kendine tutsak dağları tepeler yaptım sana;
cüzzam tutmuş yamaçları, patika..
azgın bütün ırmakları
salınan sazlar sakini yeşil dereler yaptım
çarıklarının bağları yüreğini bağlamışlara inat...

ben kötü meyveye durmuş
engerek soylu topraklar içinde
kimi ateşe atsam külleri suya biat

çık içinden
çık içinden !
çık ve ötekini kutsa

ağını yakıcak diye azarladığın kor ateş
tutuşturunca gözünün perdelerini
uzaklaş benden günahım kadar uzaklaş
akın akın ıssızlığına yürü
bil ki bu şaşılacak işler görecek gün değil
yeni mintanından koparıp vereceğin
eski bir fistanı yamayacak
-mış değil
...
dağlık yerin ekininden pişti bu ekmek
neçe ırmak kabardı
neçe bulandı bulandı duruldu sular
ne mutlu ki kusabilecek denli
doydu acıkmış ruhlar...

size diyecek şeyim yok
içinizde dağlaşarak büyüyen susmalarınız
çığlıktan yanılgılarla yıkanıp paklanıcak
hoş kokulu dışarlıklı yağlara bulanıcak
günahkar çizmeleriniz
göz yaşınızla yıkanıp arlanmadıkça
sizlerde bir katre dahi kalmayacağım

varlığım rüzgârda salınıp duran
zavallı ve kimsesiz sazlıklara
kuvvet verdi diye ne mutlu bana

''oysa ne kavallar çaldı oynamadınız
ne ağıtlar yandı ağlamadınız''

ve sırf ses olun diye siz
ellerimle seslerimi kapadım
ne mutlu ki kendimden öte yankı;
uçurumunuzdan içre balkıyan sesim.

ben titreyen o her bir hücrenizde
korkunuzun sırtını ezber etmiş cinnetim !


Betül Akdağ

24.11.05

ÖZNEL ŞİİR


yürür giderdi güneşler her akşam üstü
her gün biraz daha yakın
her gün biraz daha ırak bir ahir
kalabalıklar içinde siyah şah devrilirdi
beyazın ayak ucunda bir yere
bir siyah şah...
hasmıyla gölgesi bir

yağmur yağardı bir akşam
bir çıtlık dalı gibi çalınırdı an
aynı damlayla hiç kimse ıslanmazdı bilirdik
dün orada olmayan
yarın olmayacaksa da
o an vardı bilirdik

yağmur yağardı habire
fesleğen kokardı bir an
sonra geçer giderdi bir rüzgârla
incinirdik...

.

25.10.05

OL

yarım ağız bir içleniş erketesine
yatırmak kirpiklerini
uyutmak
dalgalı ve gri bir iç denizde
yarım bir ayla tutulmak
hepsi bu

/ödünç alınan her sözcük usulca bırakılır
onlar başka gecelerin eşyalarıdır/

katrana yatmış upuzun bir kumsal düşüne durmuş
çekirdek çıtlayan çocuk
özlenmeyen bir çocukluk
hepsi bu

/suretinin arkasına saklanan en geç de olsa
hep sobelenir
ki sözü edilmeyecek
bir başka lehçenin başka heceleridir/

hüzünler ve aşklar üstüne şiirler var ya hep
olmalar ve oldurmalar üstüne
yazılmalıdır
çünkü yazmalıdır biri
belki biz olmalıyızdır
hepsi bu.


.

29.6.05

Aymalar



sınanmamış ellere uzanmanın
yanıltıcı ferahlığından farksız
özürler dileyeceğiz hayattan

gecikmiş bir doğum günü kutlaması hiçliğinde
en aklımızda kalanın
bir takvim yaprağında
demeden eskittiğimiz
o güzel ve akıcı çocuk ismi olduğunu
er geç anlayacağız.
...

/akşamın yalaz elleri iki cebinde…
gözlerinde üşüyen zavallı zalim bir kedi

düşüncenin kıyıları neden illa med-cezirler tutkular ?
nem kumda tek bir kardelen yeşertmeye yetmez ki …/

çelimsiz ve kötürüm yaylım ateşlerinde
kendi eliyle kendini kırarken ışık
kulağımıza ağdalı okunmuş ezanların
hesabını sormalar kalacak payımıza.

belki bundan kavgalıyız hayatla…



.

7.2.05

Üşüyor Gölgelerimiz

bahçelerimiz bitmiş bir oyundan darmadağın
onlarca sene ekmiştik yeşil tarhlara oysa
tel kapıdan bakıyorken
ölmeyecek sandığımız
verandamızda oturan yaşlı bir teyzeydi zaman

şimdi bütün tarhlarda ayak izimiz
gölgemiz verandada sallanan tahta sandalye
cebimizde kartopu gerçeklerimiz
kavrasak onlar erir
kavramasak biz…


.

1.2.05

YA BİR RÜYA BİR NEHİR KIYISINI SÜRÜRSE

kimin köşe başında bekleyen karabasanı
hangi zehirli ağacın meyveleri olanlar
hangi yanlış aşılanmış gövdenin filizleri
çatallanmış sesiyle sırıtıyor yüzümüze
her bir küstah yol çatı

neydi ki doğru?
sizde olmayan neyi görmeye geldiniz siz?
ya da kendinizdeki neyi koyup gitmeye?

çalıya düşmüş tohumlar gibiyiz oysa
büyümek ve serpilmek
ne için ama?

toprakla beslenen gözler
uykuyu siz istediniz
toprağı besleyen eller,
kapınız sanki neden

siz ey seher düşer düşmez topraktan evlerini
düşüncesizce yiyenler

parmaklarınız parmaklık,
sesiniz bir yerlerde duvarlar çınlatıyor
ya bu nehir neden şimdi kanıyor?

kendinden korkan aydınlık uçurumsa uçurum
düşülecekse yalnız

karabasanlarca akan nehirler bile korkmazken
bu korku neden?


.

30.1.05

Uykuda ya da uyanık, ne kadar da acıkmıştı dolunay.

Kaç türlü merakla bakabilirim yüzüne hiç yorulmadan? Nilüferin yaprağını daha fazla sevdiğim için mi yanlışım? Yoksa buğulanmış bütün camları öptüğümden mi?

İstiridye kanatları gibi yağdı kar...biz dilimizi uzattık...çıplaktı sanıyordum belleklerimiz
yeni yıldızlar kırpmaya koyuldu benden gece...

Okundukça yeniden ve başka renkte yazılacağını bilmek soldurur mu saman sayfalarımı? Esnerken ağzımı açsam ruhum kaçar mı? 13 uğurludur da uğursuz olan biz miyiz?

Sahi dakikada kaç sözcük okursun sen? Dakikada kaç sözcük eskirim ben?

28.1.05

MaMaYuLu

I

/Şimdi hem yerin hem göğün yüzü kalmadı bana/


geceleyin işlenirdi büyük günahlar
ve bir evren gecesi
milyon yıllar sürerdi
kendi dilsizliğinden
ve kimsesizliğinden,
merhametsizliğinden
korkardın en çok …
kutsanmamış rahimlere ışıksız fermanlar yazıp
adı günah olsun dedin.

/milyarlarca şaşkın bakma yüzüme
o hiç özenmediğin günahın benim /

utançların vardı en çok alnına dövmelenmiş
tutulmuş dillerin dip seslerinde
kutsanmamış rahimlere kuzguni kuşaklar sardın
adı kibir olsun buyurdun kibirlice.
gözbebeklerimden öp beni hadi
bütün ötekiler gibi
adımı senden aldım.



göksel ordularının
yersiz tepinmelerinde ezildi
görkemli yeşil çayırlar.
yücelikten iyi bir kovuk yoktu
saklayacak yaptığın hainliği
yüreğini korkuna
korkunu yeryüzüne sarmaladıkça
Uçarı bir çift kumru kanadınca söylendin
kutsanmamış rahimlerde döllenen ve dölleyen,
“Ey çocuğum bize bunları neden…”


II

kendine tutsak dağları tepeler yaptım sana;
cüzzam tutmuş yamaçları, patika..
azgın bütün ırmakları
salınan sazlar sakini yeşil dereler yaptım
çarıklarının bağları yüreğini bağlamışlara inat…

ben kötü meyveye durmuş
engerek soylu topraklar içinde
kimi ateşe atsam külleri suya biat

çık içinden
çık içinden !
çık ve ötekini kutsa

ağını yakıcak diye azarladığın kor ateş
tutuşturunca gözünün perdelerini
uzaklaş benden günahım kadar uzaklaş
akın akın ıssızlığına yürü
bil ki bu
şaşılacak
işler görecek gün değil
yeni mintanından koparıp vereceğin
eski bir fistanı yamayacak
-mış değil


dağlık yerin ekininden pişti bu ekmek
neçe ırmak kabardı
neçe bulandı bulandı duruldu sular
ne mutlu ki kusabilecek denli
doydu acıkmış ruhlar


size diyecek şeyim yok
içinizde dağlaşarak büyüyen susmalarınız
çığlıktan yanılgılarla yıkanıp paklanıcak…
hoş kokulu dışarlıklı yağlara bulanıcak
günahkar çizmeleriniz
göz yaşınızla yıkanıp arlanmadıkça
sizlerde bir katre dahi kalmayacağım

varlığım rüzgârda salınıp duran
zavallı ve kimsesiz sazlıklara
kuvvet verdi diye ne mutlu bana

“oysa ne kavallar çaldı oynamadınız
ne ağıtlar yandı ağlamadınız”
ve sırf ses olun diye siz
ellerimle seslerimi kapadım
ne mutlu ki kendimden öte yankı;
uçurumunuzdan içre balkıyan sesim.

ben titreyen o her bir hücrenizde
korkunuzun sırtını ezber etmiş cinnetim !


Betül Akdağ