28.9.06

AVAZ



yüzünü kendi suyunla yıkadığın gün
içindeki kovuğa düş
orası serin
kayalar üzerinde kır
sesin kördüğüm

aslında var sandığın
her şey hiç olmadı ki

ellerindeki neşter
arınmış gümüş rengi hayâl kaymalarında köz
al kurtar yüreğini ilkel çığlığım
şiir yerlerim içeri kanıyor

kaç kere uyanıyorum bir uykunun içine
nereye saklansam illa sobeliyorum beni
bir kent içimi durduğum bütün sokaklar soluyor
beklenmiyor olmaktan tutukluyum

iki yana düşmüş kolu salkım söğüdün
mecalini belki bin yıldır arıyorum
kaç kere söyledim de yoruldu kulağım
ben kırmızı ve acemi bir kitap ayracıyım
kaç kere söylesem yeter bilmem ki

saymayı binlercedir unutuyorum
...

çukurova sonbahara hazırlanıyor
toprak yüzlü insanlara yürüyor sarı
yalınayak derme çatma kendinlik gibi yürüyor

bulutundan önce düştü rahmet ovaya
çukurova son bahara yazıklanıyor

şiir yerlerim kanıyor
şiir kan

kapılar
pencereler
eski burunlar ve taze boya kokusu
yine en son söyleyeceğim bu ilk
pencereler
kapılar
ve şiir kan
uy an !!!

üç burası seç kendine çıkından
hangi birine gitsen
öteki hep orası...

gündüzü geceden sorma
delidir demişlerdi
zambak diye dallarını pareler demişlerdi
ay yiyor güneş içiyor
kara bir suya dönüyor öldürünce
demişlerdi
ya
olsun

ay benim güneş yarım
mavi bir suya döndün bak
mavi bir kadını içtin
çivit rengi bir yüreğin kan tutan yerlerisin

ay benim güneş yarım
gündüzü de geceyi de bilen sin


Betül Akdağ

ZAHİR

bi gri bi mavi bi yoktu deniz
ben böyle olduğum için
sırf ben böyleyim diye
saçlarım yasaksız ve alatav toprak

konuşmamak gerekir söz gelimi
hiç gelmemiş 28 nolu yolcuya dair
ne de kimsesiz kalan cam kenarına
en büyük maceran sensin
denize çıkan tek sokak
girmediğin sokakların adları kahir

“yavrum zelzelede siz neredeydiniz”
kendim dışında her yerdi
kendimi görüverince yıkıldı teyze

Betül AKDAĞ